İYİ Sosyal Kooperatif

Bir “Deli”nin Yolu Toplumla Kesiştiğinde

29.07.2021 / Seda Solaklar

10 Mayıs’ta “Nusaybin’in Delisi Yaşamını Yitirdi” manşetini gördükten sonra farkına varıp, merak ettiğim Arslan Alp’in hikayesini öğrenebilmek için Resul Kaya ile görüştük. 

Resul bir belgeselci ve neden bilinmez, Mamoste, yani öğretmen Arslan Alp’in merkezde olduğu, ötekilerin de ötekisi “deliler” hakkında bir film çekmek istemiş.

Peki Nusaybin’deki genç bir yönetmeni çeken şey neydi Mamoste Arslan’da? 

Genç dostu Resul Kaya’nın ağzından, az kişinin tanıdığı tanıyanların da sevgi ve saygıyla andığı Mamoste Arslan… Nam-ı diğer Nusaybin’in Delisi.


Merhaba, kısaca sizi tanıyabilir miyiz?

Çukurova Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunuyum. Nusaybinliyim, Nusaybin’de yaşıyorum.


Mamoste Arslan Alp ile tanışmanızı anlatır mısınız?

Tanışmam… Nusaybinliler’in çoğu Mamoste Arslan’ı tanıyor zaten. Ben de tanıyordum onu, dershane döneminde de tanıyordum Nusaybin’deyken. Ama onu belki anlayabilecek bir yoğunluk durumumuz olmadığı için, pek fazla farkında değildik o zaman. En azından ben değildim o zaman. 

Üniversite sürecinden sonra Mamoste Arslan’ın değerini yavaş yavaş anlamaya başladım. Onu merak ettim ondan sonra. Merak ettikten sonra yanına gittim, birkaç kere oturduk konuştuk. 

Onu görmek de zordu yani, onu yakalamak da onu bir yerde görmek de zordu. Çünkü nerede olduğu belli değildi, sürekli Nusaybin’deydi, ama bir Barış Parkı’nda bir başka kafede, başka bir yerde. Öyle tanıştık, ben belgesel çekmeye karar verdim onun hakkında. 

Onun şahsında da “diğerleri”. Ona karar verince onun da çok hoşuna gitti zaten bu. Bunu önemsiyordu Mamoste Arslan. Hani, bilinmek istiyordu. 

Farklı olduğunun farkındaydı, bu farklılığın iyi bir şey olduğunu da biliyordu. Bunun tanıtılmasını önemsiyordu.

Başta bana güvenmiyordu. Yanına gittim hani dedim biraz birbirimizi tanıyalım diye, belgesel için önemli tabii. Üç ay onu aramakla geçti. Yani 3 ayda nerede olduğunu bilmiyorum. “Yarın…” diyorum “Nerede görüşelim?” diyor, “Valla hep buradayım.”, parkı kastediyor. Diyor “Beni burada görmezsen falanca yere gel. Orada bulmazsan filan yere gelirsin.” diye. 

Ben 3 ayı böyle geçirdim hani bir yere gidiyorum, orada bulamıyorum başka yere, bazen eve gidiyorum. 3 aydan sonra fark ettim ki telefonu varmış. Bir ara geldi herhalde bana güvendi herhalde ondan sonra “Ya dedi benim bir telefonum var, istersen numaramı vereyim sana.”, ya dedim “Mamoste 3 aydır seni arıyorum ben. Peşindeyim o kadar.” Neyse ondan sonra daha kolay oldu tabii görüşmemiz. 

Yavaş yavaş kayıt almaya başladım, onun hayatını öğrenmeye başladım. Yani eğitim süreci, gençliği… Anlatmaya başladı, düşüncelerini söylemeye başladı. Daha birçok şeyi anlattı bana, güvendi bana sağ olsun. 


Arslan Alp’in yaşam koşulları nasıldı? Nerede nasıl barınırdı, geçimini nasıl sağlardı?

Arslan hoca, ailesiyle, bir ailesi var zaten Arslan Hoca’nın. Eşi var, çocukları var. ve onlardan ayrı, bir avlu düşünün. Bir avlunun içinde bir aile var ama o aileden ayrı başka bir odada kalıyor. Hani beraber değillerdi. Daha çok o kendi odasında kalıyordu, ona ait. Hep oradaydı yani. Orada barınıyordu. Geçimi de zaten tarlaları vardı Arslan hocanın. O konuda çok sıkıntıları yoktu. Biraz geçimi oradan vardı. Bir tane kız çocuğu vardı. Yani kötü diyebilir miyiz bilmiyorum ama idare ediyordu yani. 

Aslında isteseydi daha iyi olabilirdi onun için her şey. Ekonomik koşulları da, insanlarla ilişkileri de… Toplumun kültürel olarak Kabul ettiği iyi erkek rolünü çok rahat üstlenebilecek bir insandı. Konum olarak yani. Ama parayı sevmedi yani. Bunları reddetti. Ben gördüm yani, bana anlatınca ben gördüm. İşte şunu şunu yapabilirim ama istemiyorum bunu. Şu tarlayı şöyle yapsam , bilmem kimden alsam… bir sürü şey vardı böyle ama istemedi yani. Bunu bilinçli olarak istemiyordu.


Kendisinin çocukluk veya meslek anılarını dinleme fırsatı buldunuz mu? Hatırladığınız kadarı ile aktarabilir misiniz?

Arslan hoca, politikanın içinde büyümüş. Nusaybin’de yaşadı. Ömrünü Nusaybin’de geçirdi. Üniversiteyi İstanbul’da okuyor. 78 79 senelerinde. Ondan sonar anlattığını bana nasıl anlattıysa doğrudan aktarıyorum. 78’de okuduktan sonar sanırım bir kaç arkadaşı vefat ediyor politik sebeplerden dolayı. Bu onu biraz önce değindiğim mesele, onu fazlasıyla etkiliyor. 

Yine diğer insanlar gibi değil, çok yoğun bir duygusal şiddete maruz bırakıyor kendini ya da maruz kalıyor. Okulu bitirdikten sonar Samandağ’da öğretmenlik yapıyor. Orada bir köyde öğretmenlik yapıyor. Dediğine göre Gazap Üzümleri’ni okuduktan sonra kontrolü elden gitti diyor. Artık kendini tutamadı. 

“Artık diğerleri gibi davranamadım.” Yani “kendimi kontrol etmek istemedim artık” derdi. Bunun Gazap Üzümleri’nden sonra olduğunu söyledi bana. “Hem memleketteki acılar hem Amerikan halkının çektiği o acıları ben okuyunca kendimi tutamadım.” dedi, ondan sonra başlıyor aslında Arslan Hoca’nın hikayesi. İşte hastaneler, Manisa Elazığ dolaşıyordu.


Tedavi süreçleri hakkında görüşleri veya çarpıcı anıları nasıldı? Teşhisinden bahseder miydi?

Evet, bunu denemiş. Ailesi de zaten baskı yapmış, o da istemiş. Dediğine göre bir ara Elazığ’a gitmiş, onun dediğine göre yanlış tedavi uygulanmış ona. Yanlış tedaviden sonra bir müddet devam ediyor. Sonra Manisa’ya gidiyorlar. Manisa’daki doktor “İşte bu insan dediğiniz gibi deli değil, bu insan iyi. Sadece farklı şeyler söylediği için siz farklı bakıyorsunuz. Hatta ilaçlarla daha kötü duruma düşürüyorsunuz. Siz bu hale getirmişsiniz bu insanı.” diyor. Ondan sonra eve geliyor. Teşhis konusunda ben de iki kere belki sordum. Söylemedi teşhisi ama kendi dediğine göre “Ben düşünce hastasıyım.” dedi, böyle ifade etti kendisi kendini.

“İnsanları sevdiğim için böyle oluyor, bu durumdayım. Ben insanları seviyorum, insanları sevdiğim için ben onlar gibi olamıyorum insanları sevince bu tür şeyler yapılmaz. Mesela, ticaret yapılmaz. Çünkü ekonomik ilişki çıkar ilişkisi. Buna girdiğin zaman mutlaka bir çıkar ilişkisi de vardır yani. Bir malı pazarlarken bile daha fazla kazanmak istersin yani ben bunu yapamadım.” dedi.

“Hileleri yapamazdım. Küçük şeyler de olsa kendimi kandıramıyordum, onları da kandıramıyordum, kendimi ikna edemedim.” minvalinde şeyler söylüyordu. Bu şekilde.

Meslek hayatından uzaklaşmak zorunda kalmış. O döneme dair anlatır mıydı? Özlemini çektiği deneyimler söz konusu muydu?

Meslek hayatıyla alakalı hiç bir şey anlatmıyordu Arslan Hoca. Bir ara işte Samandağ’da öğretmenlik yaptığını söyledi. Samandağ’da bir kere görev yaptığı köylerden birine tek başına yürüdüğünü söylemişti. Muş’ta bir kütüphanede müdürlük yapmıştı ve o kartı hala cebinde taşıyordu. 


Onu yakından tanıma hatta belgesel aracılığı ile bizlere de tanıtma arzunuzun altında yatan sebepler nedir?    

Bir şey isteyen insanlar, genelde politik insanlarda vardır bu. Genelde istedikleri şeyler gerçekleşmez. Bu genelde solcularda olur gerçi. Bizim istediğimiz şeyler gerçekleşmeyince biz rahatsızlanırız. Bundan rahatsız oluruz. 

Ama normal olanlar, sıradan insanlar rahatsızlıklarını fazla böyle üstünde durmazlar. Doğru devrimin olmaması kötü bir şey ama o kadar da sorun değildir belki. İyi insan olmak önemlidir, ama belki de bir yerden sonra “İyi insan olmak gerekmiyor. Belki de sistemin içine girmek gerekiyor.” diye düşünürler. Bu herkes için böyledir yani. Çoğunluk için böyledir. 

Mamoste Arslan’da fark ettiğim bu böyle değildi. O istediği şeyi hep canlı tutu. Benim fark ettiğim 30 40 yıldır belki de, istediği yani iyi insan olmak. Barış, özgürlük, insan sevgisi… 

Bana hep bahsederdi insan sevgisinden. Hatta bazen ben şey derdim, böyle söylenirdim “Niye böyle?”; eşitlikten söz ediyorum “Niye böyle Mamoste Arslan?”. O kadar iyi insansın, hem normal olarak iyi bir insansın, yani bütün herkesin kabul edebileceği bir şekilde iyi bir insansın. Hem de fikirlerin öyle, iyi bir hayatın var, insanlara iyi davranıyorsun. Zaten söylediği şeyler bambaşka. 

Bana bazen diyordu ki “Sen ne kadar faşist bir insansın.” Gidene kadar insanlara karşı birazcık söylenmem bile onu rahatsız ediyordu. Son ana kadar. Ki böyle demek doğru mu bilmiyorum. 

İnsanlar tarafından da pek sevilmezdi, onu da söyleyeyim. Tabi canım, sevilmiyordu. Diğerleri gibi diğer ötekiler gibi sevilmiyordu. Arslan hocadan rahatsız oluyorlardı diğer insanlar. Niye? Arslan hoca ile eğlenemiyorlardı insanlar. Tırnak içinde söylüyorum “Diğer deliler gibi değildi”. 


Bu konuyu biraz açabilir misiniz? İnsanlar ona nasıl yaklaşırdı?

Biraz önce de bahsettiğim gibi değer kavramlarının içi doldurmuş artık. “İyi” kavramının içi dolu. Daha ne kadar doldurabiliriz? “Kötülük” kavramının içi dolu. Erkeklik kavramının içi on binlerce yıldır doldurulmuş. Kadın kavramının içi on binlerce yıldır doldurulmuş.

Buna göre erkek ne yapar, ne eder? Bir aile babası ne yapar? Nasıl saygınlık kazanır? Ya da nasıl kötü bir insan olur? Nasıl iyi bir insan olur? Bunların hepsi belirlendiği için ve insanlar böyle tiplemeleri istiyorlar. 

Erkeksen söz geçirmen lazım diş geçirmen lazım, İnsanlara, eşine diş geçirmen lazım, çocuklarına diş geçirmen lazım ki Arslan Hoca hiç böyle bir insan değil. 

Böyle olmayınca toplum seni kabul etmek istemiyor. Bu birincisi. İkincisi, tamam böyle olmadın, böyle değilsin, bizim kavramlarımızın göre yaşamıyorsun, bari dalga geçebilelim senle. Eğlenebilelim senle. 

Eğlenelim, bizi güldür, bizi rahatsız etme, rahatsız edeceğin düşünceler söyleme bana, özgürlükten bahsetme, memleketten bahsetme, politikadan bahsetme ya da felsefe ile alakalı şeyler söyleme bana. Beni eğlendir.  

Tabii bu da karşılık bulamıyor Aslan Hoca’da. Dolayısıyla Aslan Hoca’dan rahatsız oluyorlardı insanlar. Onu seven insanlar vardı, olmaz mı? Ben de tanık oluyordum buna ama çoğunlukla rahatsız oluyorlardı söylediklerinden. Gerçek bu maalesef.


Hayatını kaybetmesinin ardından çıkan haberlerde “Nusaybin’in Delisi” olarak anıldığını gördük. Deli kelimesi ile ilişkisi nasıldı? 

Toplumun kültürel olarak kabul ettiği “iyi erkek” rolünü çok rahat üstlenebilecek bir insandı. konum olarak yani. Bana anlatınca da gördüm, ilişkilerinde de.

“Şunu şunu yapabilirim ama ben istemiyorum bunu. Şu tarlayı  şöyle yapsam…” Bir sürü şey vardı yani ama yapmak istemedi.

Aslında belgeselde de sorduğu sorular, kendisini cevaplıyor aslında. Belgeseli daha önce bir yerde yayınlamadık. O konuları Kendisi serbest bıraktım. 

Kendisi bu tür konulara değiniyor, niye deli dendiğini, niye deliliği sahiplendiğini, işte “Falanca kişiler ya da toplum öyleyse ben deliyim, ne güzel. Bundan mutluyum.” Yani bu konulara değiniyor belgeselde.  Bundan bir rahatsızlık duymuyordu. Yani bunu söyleyeyim, kendi durumundan veya bir kabulleniş vardı, durumu kabul etmişti artık.


Arslan Alp sizin veya onun hayatına temas edenlerin hayatına neler kattı? Onu tanımak sizin hayat görüşünüze, insanlık hallerine bakış açınızı değiştirdi mi?

İlk aklıma gelen, belgesel sürecinde ve belgesel bittikten sonra da onun söylediği gibi faşist yönlerim varmış. Nasıl diyeyim? normalde hep beraber bir şeye karşı çıkıp hep beraber bir şeyi savunuruz ya, yani o şeyler çok sınırlıdır bizim hayatımızda

Savunduğumuz ve karşı çıktığımız şeyler hep sınırlı. Bir kadın konusu var, işçiler var. İnsan hakları ihlalleri var… Bu karşı çıktığımız konular çok sınırlı ve bize de üretilmiş konular bunlar. Üretildiği için de böyle şey olarak ele alıyoruz, güzellik olsun diye sanki. Yani bir şeye karşı çıkmak artık yani…


Yüzeysel?

Hah! evet, aynen. Bu olunca, ona benzer bir şeye karşılaştığımız zaman  tam tersi bir davranışta bulunabiliyorsunuz. Tanımıyorsunuz ya karşı çıktığınız şeyi… Halbuki aynı şey. Yani şuna da karşı çıkman lazım ya da bunu savunman lazım. 

Ben fark ettim ki, evet, ben burada böyle yapmışım… Bu iyi değil. Bunu bir daha yapmamam lazım. Diğerlerine nasıl karşı çıkıyorsam buna da çıkmam lazım. Ya da bunu da savunmam lazım. 

Bunu böyle demedim tabii, bunu yaşadım. Daha fazla ne yapmam lazım? Daha ne kadar daha iyi bir antifaşist oluruz, daha iyi bir insan oluruz? Bu yönde bana çok büyük faydaları oldu, büyük değer kattığını düşünüyorum bana.

Belgeselde Arslan Alp’ten başkaları da var mı? Nusaybin’deki diğer deliler?

Bir Abi işkence görmüştü. Dediğine göre 83’ün 7. ayında Diyarbakır Cezaevi’nde işkence görüyor, ondan sonra bu durumdan çıkamıyor. Görüntü alınmasından rahatsız oluyordu. “Siz bunu başka yerlere mi servis edeceksiniz?” diyordu. 

Aydın var, o da iyi bir insan, o da seviliyor… Arslan bu görevi üstlendi belgeselde. O bu insanları tanıyor, bu insanlarla arkadaş. Çok sayıda insan vardı bu belgesele konu olabilecek. Onlarla muhabbeti vardı, sigara veriyordu onlara, birlikte yemek yiyorlardı.  “Ben bu arkadaşları temsilen konuşacağım.” Derdi. O yüzden bu arkadaşları rahatsız etmedim.


Belgeselinizin yayın planı nedir? Yakında izleme fırsatımız olacak mı?

Belki bir festivale gönderme planımız var. Bir kaç tane festivale gönderdik, kabul edilmedi… Başkalarına gönderdik. kabul edilirse belki bir yol çizilir.