Gonca hanım benden bu yazıyı yazmamı istediğinde, çok sevinmiştim. Bu tanıyı aldıktan sonraki tecrübelerimi aktarma fırsatı doğmuştu. Çok şeyden bahsedebilirdim, fakat kâğıdın karşısına geçince nereden başlayacağımı bilemedim. En iyisi en baştan başlamak.
Tanı almış kişilerin uğradığı ilk şok, toplumdaki yerlerinin, bugüne kadarki yapıp ettiklerinin bir anda (tahterevallinin onu yukarıda tutan ağırlığının çekilmesiyle aşağı düşmesi gibi) yıkılmasını görmek ve cehennemi yaşamak tabi buna yakın çevresi de dâhildir. Çalışıyorlarsa işlerinden, evliyseler eşlerinden, öğrenciyseler okullarından, yaşlılarsa hayatlarından koparlar. Sözlerimden sanki yerçekimsiz bir ortamda yaşadığımız anlaşılmasın. Hiçbir sorumluluğumuz yok, hiçbir bağımız yok, hiçbir ihtiyacımız yok ve kendi dünyamızda yaşıyormuşuz gibi ama öyle değil aslında.
Her şeyin uzmanının olduğu bir çağda yaşıyoruz. Tıp gibi bütünlükçü olması gereken bir uğraşta, farklı uzmanlıklar arasında bir iletişim olsa bile hizmet alan insanlarla iletişim kurulduğunu pek söyleyemeyiz. Ben ilk doktor tecrübemde ve sonrakilerde kendi basit veya karmaşık durumumu dinleyecek, beni yargılamayacak bir gölge aradım. İletişim becerisi yüksek bir insana basit gelen bir merhaba, benim duvarımdı.
Hastanedeki son günümde, anne ve babamla doktorumuza hoşça kal diyorduk. Doktorum bana Şizofreni Dostları Derneği’nden bahsetti, gider misin dedi. Klinikten daha kötü olamaz diye düşündüm, giderim dedim. Doktorların söyleyemediği şeyleri oradaki hastalar birbirine söylüyordu. Aldığımız tanıları, yaşadığımız sıkıntıları paylaşıyorduk. Dernekteki ortam mecburen imece usulüydü. Hastalar geliyor, çay kahve içip sohbet ediyor, sonra sıkılıyor evlerine gidiyorlardı. Bu ortam ailem için özellikle annem için bir öğrenme benim içinse dinleme ve sigara içme ortamıydı. İnsanların sosyal güvenceye, işe, insan yerine konmaya, fikirlerinin sorulmasına ihtiyacı vardı. Her konuda herkes her şeyi konuşuyordu. Ama yaşamın zor zanaat olduğu biliniyordu. Üniversite terk bir piyangocu da olabiliyordu bu, annesini sessizce takip eden lise çağında bir genç de…
Herkesin iyi bir fikre ihtiyaç duyduğu bir zaman vardır sanırım. Bu fikri kendin bulursan oh ne ala ya bulamazsa, bu durumu kronikleşirse, bir desteğe ihtiyaç duyarsa? İşte yaşayabilmenin gerekli şartı, bütün zorluklara karşı ayakta rüzgâra karşı durabilmek. Bu yüzden kurumlara gidiyoruz, ilaç alıyoruz, umut ediyoruz, dua ediyoruz, rüzgâra karşı ayakta durabilmek için. Aklımızdaki soru ise:
İnsan kendisini nasıl iyileştirir?
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Fotoğraf bölümü mezunudur. Fotoğrafçı, kameraman ve müzisyendir. 20 yıldır psikotik ilaç kullanmaktadır. 2014-2016 arasında Tuzla Umutevi’nde kalmıştır. Şimdi ailesiyle birlikte İstanbul’da yaşamaktadır. Rusihak’ın Avrupa Bağımsız Yaşam Ağı ile yürüttüğü çalışmalara katılmış, 2015’te Bulgaristan’a gitmiştir. Sonrasında çeşitli üniversitelerde ve sempozyumlarda tecrübeyle uzman/hizmet alan olarak deneyimlerini aktarmaktadır.