İYİ Sosyal Kooperatif

“Onlar”ın Yasası Hazırlanırken

29.07.2021 / Seda Solaklar

E-Bültenimizin birinci sayısında yayınlanan Fatma Zengin ile yaptığımız röportajın devamını yayınlıyoruz. Geçen röportajda insan hakları bağlamında ruh sağlığı hizmetleri ne demek, söz konusu “akıl hastaları” ve iyileşmek/iyileştirmek olduğunda dünyadaki son yönelimler nedir, Türkiye’deki ruh sağlığı hizmetlerinin durumu gibi konulara eğilmiştik.


Bu sefer de ruh sağlığı alanını, çalışanlarının da hizmet alanların da yaşadıklarını belirleyen yasal ve kültürel zemine göz atmış olduk Fatma Zengin ile. Tabi bir de kendisinin engellilerle insani temas sonucunda neler hissettiğini, yaptığı çalışmaların, kurduğu ilişkilerin ona neler kattığını.


Zaman zaman gündeme gelen Ruh Sağlığı Yasa Tasarısı’nın amacı nedir? Bu çalışmalara katılan bileşenler kimlerdi?

Son 2018’de meclise giden ve şu anda ruh sağlığı kanunu teklifi… Taslak, teklif, tasarı çok birbirinin yerine kullanılıyor ama bence önemli fark, ruh sağlığı kanun teklifi şu an mecliste ve meclise geldiği anda bir teklife dönüşüyor. 

O komisyonun içindeydim, 2016 Aralığı’nda sanırım psikiyatri derneği mecliste bir MHP milletvekili, bir psikolojik danışmanla başlıyor; sonra 12 ay içinde diğer meslek grupları da ekleniyor. 

Dolayısıyla orada, psikiyatri derneği, psikologlar derneği, psikolojik danışmanlar derneği, PDR, sosyal hizmet uzmanları derneği, psikiyatri hemşireleri derneği, çocuk ve ergen psikiyatristleri grubu, çocuk gelişimcileri derneği vardı. Bir de özel eğitimciler davet edildiler ama hiç bir toplantıya gelmediler. Mutlaka olmalıydı. Son toplantılarda da aile hekimleri eklendi. 

Yine çok özgün bir şey olarak, RUSİHAK’ın başarısıdır. Önceki çalışmalar sayesinde hizmet alan kişileri temsilen de RUSİHAK katıldı resmi olarak. Dolayısıyla başlaması ayrı bir meseleydi bu kadar geniş kapsamlı, bitirilebilmesi de bence çok büyük başarı. 

Çünkü daha önce 20 yıl içinde psikiyatri derneğinin defalarca girişimi var. Onlar sadece kendi dernek olarak yaptıkları çalışma… 

2010’dan itibaren RUSİHAK olarak bizim yaptığımız Ruh Sağlığında Yeni Olanaklar diye yaptığımız bir sempozyum vardı. Yurtdışından uzmanlar katılmıştı. Psikiyatri derneği başkanından sosyal hizmet uzmanlarına, alandan her kesimin katılımını sağladığımız bir sempozyum yapmıştık. O sempozyumdan gönüllü bir yasa çalışma grubu çıkmıştı. 

Orada gene 3 ana dernek, psikiyatri derneği, RUSİHAK ve birkaç avukat vardı, o çalışma yarım kaldı, ondan sonra 2015’te gene RUSİHAK’ın teklifiyle yine herkesi bir araya getirmeyi başardık. 7 hizmet alan, 7 hizmet veren derneği bir araya getirmiştik. 2015 Haziran seçimlerinden sonra yarım kaldı. Sürekli bir gelişimler olup, olmuyordu. Dolayısıyla o çalışma, bu kadar farklı çeşitli, olabilecek en geniş temsili bir araya getirmesi, bütün çatışmaları aşıp, tabi ki çatışmalar oldu, devam edip bir yazılı metin çıkarılabilmiş olması bence büyük başarı. Son halini bilmiyorum. 

Şu anda bildiğim kadarıyla Recep Akdağ’la birlikte yeniden şimdiki sağlık bakanlığı da onunla ilgili çalışma yapacakmış. Sanırım aynı metin üzerinden, onu da dikkate alıp bir çalışma yapılıyor. Bizden sonra şeye de sunuldu o, hukukçular inceleyecekti. Aramızda hukukçu yoktu. Dolayısıyla hukuka uygun olmayabilirdi o metin. Neye dönüştü, ne oldu bilmiyorum. 

En büyük yanlış anlaşılma meslek uzmanlarına anlatamıyoruz. Bu yasa teklifini meslek yasası zannediyorlar. Meslek uzmanlarının haklarının geçmesi gereken, çünkü meslek yasaları yok çoğunun. Doktorlar ve hemşireler dışında kimsenin meslek yasası yok. Dolayısıyla öyle bir yanlış anlama var. Biz her grup kendi alanına sunduğunda, psikologlar da dahil, bir türlü anlatamadık. O psikoterapi maddesi o yasa teklifinin yüzde biri. Tamamı hasta hakları üzerinedir. Bizim alanların haklarıyla ilgili değil. Onların yasası yok. 

Dünyanın tamamında ruh sağlığı yasaları, özellikle de en ağır sorunları yaşayan kişiler, en çok ihlale uğrayan ve zorunlu tedavi üzerinden hakları ellerinden alınan kişiler olduğu için en çok onlar içindir bu yasa. En çok orayı düzenler. Bunu ben memlekette uzmanların çoğuna anlatamadığımızı biliyorum. 


Gözlemleyebildiğiniz kadarıyla psikologlar, psikiyatristler arasında damgalayıcı, ayrımcı bakış açısı ve söylemler var mı?

Bence var. Net. Mesela çok üzülmüştüm ve şaşırmıştım. 2009, 2010’du galiba işte, o Hollandalı terapistle Bakırköy’de bir proje içinde çalışırken, kronik hastaların ailelerine geri dönmesi gibi bir çalışma… Şimdi hemşirelere ve psikologlara, sosyal hizmetler uzmanlarına Hollandalı terapist tarafından anlatıldı…. O süreçteki dönüşümü bilen biri. Ben de orada çeviri yapıyorum. Dolayısıyla gruptakiler, sosyal hizmet uzmanı, psikologlar ve hemşireler. Doktor yoktu. Çok çağrıldılar ama gelen olmadı. 

Gayet de ilerici olduğunu söyleyen bir arkadaşımız, sosyal hizmetlerdendi galiba, bahçede “Ya işte o eğitimde anlatılanlar, bunlar güzel şeyler de burada olmaz.” dedi. “Nasıl yani?” dedim. “Hastalarımızı görmüyor musunuz? Bunlar klinik hasta, hiçbir şey çıkmaz ki buradan?” dedi. Ama eğitimde bunu söylemiyor. Bu nasıl bir şey? Burası Türkiye gibi, kaldığı yerden aynı şeye devam etmek.

Ben şahsen bunun bir damgalama olduğunu düşünüyorum. Bunlar hasta, iyileşmezler. Kocaman bir damga. Onlar psikotik, iyileşmezler. 

Orada öyle bir şey var ki onunla oturup, aynı masada yemek yemek, toplantı yapmak vesaire… Dünyanın en zor işi, onla insani bir temas da yok. Ha ha hi hi diye beraber onla gülmeler var, ama gerçek anlamda oturup temas kuran çok az vardı. Acıma hissini görebiliyorsunuz. 

İlk kez o zaman yapıldı, sorunlar ve çözüm önerileri toplantısı. Siz ne istiyorsunuz? Klinik servisteki hastalara ilk kez soruldu. Aileler çağırıldı, yine ilk kez soruldu. Aileler dehşete kapılmış olarak geldiler. Korkudan geldiler, hastalarımızı bize geri verecekler diye. 30 yıldır oraya bırakmışlar, ne yapacaklarını bilmiyorlar tabi. “Biz sadece para için arandık.” dediler mesela. “Bize bugüne kadar siz nasılsınız, ne yaşıyorsunuz diye soran o9lmadı dediler.

Şok oldular, 2 saat toplantı yaptık. Durum bu, projemiz bu, bunu hedefliyoruz? “Ama siz aile üyesi olarak ne yaşıyorsunuz?” Üzüntüden ağlayan bir sürü insan oldu orada. O insani temas veya o “Siz ne istiyorsunuz?” sorusu yok ortada. 

Hollandalı uzman, eğitimde onu soruyordu hemşirelere, ne yapıyorsunuz ilk hasta “işte anamnez alıyoruz.” Peki “O ne demek? 

“İşte kimsin, nesin, hastalığın nedir? Onun şusu, busu…”   

“Ne soruyorsunuz?” 

“Teşhisin nedir?”   

“İyileşmesi için neye ihtiyacı var hastanın?”  “Hastalığını kabul etmesine…”.

 Ezber. Ezber bu yani. En son   “Ne istediğini soruyor musunuz?” dedi. Hemşirenin gözler açıldı? Bir hastaya ne istiyorsun diye soru sormak! Yok öyle bir şey. Ne istiyorsun sorusu yok. Sadece ona yapılacaklar ve onun yapacakları var. 

O özne olma şeyi orada işte, orası kaçıyor. Bu işte hukuk da orada devreye giriyor. O insanın hak ehliyeti bu, doğuştan gelen bir hak şeyi var. 

Fiili ehliyet başka bir şey. Bir zamanlar davranışlarının sonuçlarını öngörememiş olabilir ama hangi yemeği seviyor, o sabah kaçta kalkmak istiyor, hangi ilaç ona iyi geliyor, kötü geliyor, ne iş yapmak istiyor… Engel düzeyi ne olursa olsun, bunlar her insanın her zaman sahip olduğu şeyler. 

Oraya katılırsa zaten, kendisi değerli hissettiği için zaten bir şeyler yapabilmeye başlayacak. Ama o insani temas yoksa, o zaten kapalı. Ben de ona ilaç veririm, elektroşok veririm, başka bir şey yapamam. 


Psikiyatrik tanı almış insanlara yönelik önyargı ve klişelerden en sık hangilerini duyuyorsunuz?

Tehlikelilik.  Onlar tehlikelidir. En net. Onlar kendilerini koruyamaz ki. Bu da onun öbür versiyonu. 

Sürekli bir korunmaya muhtaç… “Kendi adlarına karar veremezler, verirler mi canım, olur mu öyle şey?” Bu yani en özünde ve en çok bu ikisi arasındaki dolaşmalar. 


Bu size neler hissettiriyor?

Klişeler öyle ilginç ki… Klişe dediğimiz şey sadece hizmet verenlerden gelmiyor ki, eşlik edenlerden de çok geliyor. Orada da zorlanıyorum. 

Yani bir insanın adına bir başkası nasıl karar verebilir? Onun ne istediğine kulak vermeden nasıl, bu hakkı nereden kendimizde buluyoruz? Sanki kendime yapılıyor, sanki öyle yaşıyorum. Böyle bir… Benim için, hapse atılmaya benzer bir dehşet yaşıyorum. 

O tarafı “O düşünemiyor, davranışları bozulmuş onun, o manide, dolayısıyla o hastanede olsa iyi olur.” Nasıl karar veriyorsun onun yerine? Ya da işte o tekerlekli sandalyede yaşıyor “Mümkün değil kurumda olmalı, bu haliyle mümkün değil tek başına nasıl yaşar?” Yaşayabiliyor işte bakıcı desteği ile… 

Olmaz, olamaz… Kendisi yaşayamaz. Ama kendisi yaşamak istemiyor kurumda. O onun iyiliği için şart, yani onun adına nasıl “Bu böyle olamaz.” deniyor? Orada bir insan var, o kendi adına konuşabiliyor. Ona nasıl sormazsınız, onun ne istediğini nasıl sormazsınız? 

Ve ben bir başkası adına nasıl karar alayım, ya da bir başkası bir başkası adına … Nasıl bir şey bu… Gerçekten, beni en çok dehşete düşüren şey orası diyebilirim. 

Ha, benim kendi zaafım olarak, çok çabuk böyle bir sorunları çözme, böyle bir kurtarıcı kompleksine girdiğim oluyor, mesela orada da kendimi ehlileştirmeye çalıştığım şey, karşı tarafa acıma hissi çıkabilir buradan… 

Bir dakika, o kişi yardım istemeden, teklif edebilirim en fazla, ederim ama ısrar etmem, yani o insan bir şekilde benden önce de yaşadı, dolayısıyla o kendi hayatında bir şeyleri başarabilen biri diye bakmayı öğrenmeye çalıştım. 

Bu konuda da bir yere geldiğimi düşünüyorum. Dolayısıyla görünüşü, aklı, zekası bilmem nesi ne olursa olsun, böyle onunla, onun izin verdiği ve onun da keyif alabildiği bir ilişki kurabilmek. Ve söz hakkının onda olduğunu bilerek onun alanına çok girmeden destek olabilmek. 

Burada gerçekten yurtdışındaki terminolojiden öğrendiğim gerçekten yardım ile destek arasındaki fark çok önemli. Destek olabilirsin ama yardımcı olma haline girdiğiniz anda, çünkü bizim mesleklerin adı yardım meslekleri, yardım eden kişinin karar verdiği bir şeye dönüşüyor. 

Tehlike orada, ama destek, bu engelli hareketinin ayrıştırmasıdır, bence bu müthiş önemli bir şey, destek her ne ise desteği alan kişi tanımlar, bak benim şu desteğe ihtiyacım var, sen bana şu şu şu destekleri ver der. Dolayısıyla bir süre ben ona ben ona destek olabilirim ama söz hakkı ondadır. 

Yine geliyor geliyor benim için en önemli şey kişinin kendiyle ilgili iradesinin ya da söz hakkının kimde olduğu meselesi. Orada kim olursa olsun, bir çocuk olsun, yaşlı olsun, zihinsel engelli olsun hatta bence bir köpek olsun. Onun ne istediğine göre ben kendimi ayarlayabilmeliyim. Benim düşündüğüm şekilde değil.


Hayatınıza giren psikososyal engelliler hayatınıza farklı bir şey getirdi mi? Veya bakış açınıza ne tür etkileri, katkıları oldu?

Ben getirdiğini düşünüyorum. Bir kere, biraz önce de söyledim, engelli özellikle de bedensel engeli varsa, o insanların nasıl kendi başına bir şey yapamayan falan gibi bir algı olur, belki bende de vardı. 

Çok çok iyi hatırlıyorum, AÇEV’de bir evde oğluna birisini çağırmışlar hatta tesadüfen telefonu açmışım, ben giderim dedim, kimse gitmiyor, okuma yazma öğretmek için ben gittim evine ve hayatımda gördüğüm en mutlu insan oydu. 

Ben çok depresiftim ve serebral palsili biri yerde yuvarlanarak ilerliyor, anne oğul ilişkisi acayip keyifli, benim gördüğüm hayatta  en neşeli insan, okuma yazma öğretmeye çalışıyorum… Benim için terapi gibi olmuştu, böyle gidiyorum gülüyorum eğleniyorum… Bir engeliyle ilgili espri yapıyorsun hiç sorun olmuyor, “Amma tembelsin, ya yattın, kalk şuradan…” falan… Oralara kadar gittik, sen ne diyorsun da falan yok. Böyle kakara kikiri gidiyorduk. Hala ara sıra görüştüğümüz biri… 

Bu deneyimde o,  o kadar kendine güvenli; her istediğimi yaparım diye gidiyor ama bende o kadar güven yoktu mesela…

Biz mutluluktu, başarıydı, özgüvendi, bireyselliğin farkına varmadan… 

Sağlamcılık deniyor ya, sağlamlık şeyi üzerine kurmuşuz. O yüzden onların görünür olması ve tecrübelerini paylaşması acayip bir şey oluyor. 

Ya da sokakta yaşayan bir kadına yardım etmeye çalıştık, Allah’ım ne kadar mutluluk, hafif zihinsel engeli var, nasıl değişik bir gücü var aslında. Orada o kadar zor şartların içinde ben yaşayabilir miydim?

Onlara saygı duymayı ve acımamayı öğrendim ben çok büyük katkı olarak bunu görüyorum açıkçası. Ve kendim gibi olabilme, onlar çoğu zaman kendi gibiler, mesela zihinsel engelliler kendileri gibiler. Hiçbir şey öyle x değil, rol yapma şeyi yok, sahtelik benim takıntım. Aa ben o zaman onların yanında kendim gibi olabiliyorum. 

Böyle bir toplumsal alanın içinde öyle bir -meli -malılar, -miş gibiler yaratılmış ki sürekli bir kasılarak. Oralardaysa bu yok, neyse osun. Bu bana çok iyi geliyor.