İYİ Sosyal Kooperatif

Ruh Sağlığı Hizmetleri’ni İnsan Hakları Bağlamında Görmek

21.04.2021 / Seda Solaklar

Psikolojik danışman Fatma Zengin ile İnsanca Yaşam İçin Sosyal Kooparatif’in kuruluş amacı ve ruh sağlığı hizmetlerine yaklaşımı üzerine konuştuk. Fırsat bulmuşken psikososyal engellilik, Türkiye’deki ruh sağlığı hizmetleri anlayışı, topluluk temelli iyileşme ve Dünya’da bu alandaki son yaklaşım ve gelişmelere dair kişisel fikir ve gözlemlerini de keşfe çıktığımız Fatma Zengin ile röportajımız sizlerle.

İnsanca Yaşam İçin Sosyal Kooparatif neden kuruluyor?

Aslında birkaç beslenme kaynağı oldu ama esas olarak bir şekilde toplumun içinde çeşitli nedenlerle bağımsız yaşayamayan, kendi istediği gibi hayatını kuramayan ve bunu da bedensel ya da fiziksel, ruhsal bazı özellikleri nedeniyle yapamayan insanlarla benim bir bağlantım vardı. Bir sürü insanın da burada böyle bir ortak özelliği var. 

Biz o şekilde bir araya gelmişken bir dayanışma grubu, hayatın içinde herkesin aynı şekilde, eşit haklarla bir arada bulunabilmesi, üretebilmesi için ruh sağlığı ve sosyal hizmet alanında etkilenen ve etkileşen bütün kesimler daha eşit daha insanca bir yaşam ortamını kurmak için neler yapabiliriz, nasıl destek mekanizması geliştirebiliriz? Bu arada bunu bir damgalama, etiketler vs. olmadan, daha insani bir ilişki üzerinden nasıl kurabiliriz araştırması içinde bir araya geldik ve bu amaçlarla kuruyoruz diyebilirim.

Psikososyal engellilik nedir?

Dünya’da bu konuyla ilgili son 10-15 yıldır kullanılan bir terim bu psikososyal engellilik. Çok farklı terimler kullanılıyor aslında. Daha öncesinde bilinen ruhsal duygusal özürlü. Özürlü yasası diye birşey vardı, sonra engelli yasasına dönüştü.

Sorunu kişide gören bakış açısını değiştirip daha toplumsal engelleri de kapsayan bir bakış açısına geçişi vurgular engelli  kelimesi. Psikososyal ise bir kişinin sadece kendisinde psikolojik sorunu var diye görülmesi yerine,  bir psikolojik problem varsa bunun mutlaka sosyal bir boyutu da varı vurgulamak anlamında. Ruhsal, zihinsel sorunu olan kişiler ya da engelli ruhsal duygusal, zihinsel engelli diye geçen grubun da tamamını kapsamak üzere. Dediğim gibi bu sosyal koşulları da kapsamak üzere bulunmuş bir terim. 

Şu an ki tıbbi modele göre her çeşit şizofreni, bipolar, vs. psikiyatrik teşhisler. Sanki bunlardan ayrı gibi zihinsel bozukluğu vurgulayan işte otizm, zeka geriliği, down sendromu gibi; diğer grup gibi algılanan ama hepsi aslında psikiyatrik teşhislerin altına giriyor. İngilizce’de ikisi için  aynı kelime (mental) kullanılıyor ama Türkçe’de ruhsal ve zihinsel. Aslında zihinsel daha doğru bir kelime, o grubun kategorisine göre, fiziksel olarak bir   engeli yok ama ruhsal ya da zihinsel probleminden dolayı hayatın içine uzunca bir süre katılamayan kişileri kapsıyor diyebiliriz.

Süreğen psikiyatrik hastalıkları hak bağlamında ele almak ne demek? Tıbbın ve toplumun ele alışından farkı nedir?

Esas psikiyatrik hastalık kelimesi… Aslında psikiyatrinin içinde de biyolojik ve sosyal psikiyatri diye ayrılmış bölümler var. 1970’lere kadar aslında tıbbi model dediğimiz bir bakış açısı hakimdi. 

O da şu demek, kişide bir sorun var, kişide bir hastalık var. O psikiyatrinin alanına giren bir şeyse o kişide bir sorun var, dolayısıyla o konuda da tek söz söyleyebilecek doktor. Ve tedavi olarak da doktorun yetkisinde, onun vereceği ilaç onun vereceği tedavi neyse… Onunla iyileşir ya da iyileşmez diye bakılan bir meseleydi. Dolayısıyla bu konuda “Diğer toplumsal alanda yapılacak bir şey var mı yok mu?”ya hiç girilemiyordu.

Tabi hak kavramıyla evrensel insan hakları bildirgesiyle aslında, 1948’de gelişmiş, dolayısıyla o 10-15 yıl içinde hayatın her alanında, her grubun bu temel insan haklarından yararlanması tartışması ortaya çıkınca, aslında daha taban hareketi olarak 60’lı 70’li yıllarda Avrupa’da Amerika’da bir sürü hareket gelişiyor. Aynı zamanda meslek uzmanlarından bazıları da “Bizim yaptığımız işte bir yanlışlık var, biz hastanelerde kapalı kurumlarda bu insanları tedavi etmiyoruz aslında, esas hedef toplumun içinde yaşaması olmalı, orada destek olmalıyız.” deyince; o zaman hastalık ve “Bu grup  için bir şey yapılamaz.” vurgusu vesaire otomatikman her şey değişiyor, her insan gibi o grup da toplumun içinde herkes gibi eğitim, sağlık, fikir ve ifade özgürlüğü, seyahat özgürlüğü, yasa önünde eşitlik. Bir sürü kategori var. Herkesin, herkes kelimesi burada önemli; yani engeli, cinsiyeti, din, ırkı demeden, bu grupta da ona özel hastalıktan dolayı bunlardan mahrum kalmaması demek. Hak temelli bakış böyle oluyor, böyle olunca ne oluyor? 

Yıllar içinde gelinen yer “Bu kişi kendi hayatı hakkında karar verebilir, o kişiye de fikrini sormamız lazım.”. Ayrıca bu kişi eğitim ortamında bir hakkından mahrum kalıyorsa, sağlığının genelinde hem beden hem ruhsal bir hizmet alamıyorsa veya çalışamıyorsa bu durumundan dolayı, buralarda kişiyi nasıl destekleyeceğiz diye… 

Merkezde o kişinin olduğu ve kendi hayatı hakkında karar verebilmesi, söz sahibinin o kişi olduğuna vurgu var. Onun hakkında sadece bilim uzmanları söz söylemiyor. O artık kendisi, toplumun içinde nasıl var olacağına, kendiyle ilgili yapılacak şeylere de söz söyleyebilir haline gelmesi de böyle kocaman, her alana esneyen birşeye dönüşüyor bu bakış açısıyla.

Toplum temelli iyileşme ile kastedilen nedir? 

Toplum temelli ruh sağlığı hizmetleri de bahsettiğim tıbbi modelden sosyal modele geçişle ilgili bir gelişme. Buradaki çeviri yanlış oldu ama düzeltilecek durumda değil. Toplum değil aslında, topluluk. Community. 

Topluluk, bir toplumdan farklı bir şey. Topluluk insanların birbirini tanıdığı, bir arada yaşayabildiği, daha böyle canlı bir organizamaya da benzer bir şey. Mahalle toplulukları, bir okul topluluğu… İnsanlar birbirini tanır, daha küçük grupları temsil eder. Bence o yanlış kullanılıyor. Toplum ruh sağlığı deyince soyut, bütün toplumun gibi bir anlam çıktı. 

Halbuki, oradaki vurgu şu: Kapalı kurumlara karşı, eski tıbbi modelde, bir kişide sorun varsa o alınır hastaneye yatırılır ya da tehlikelilik meselesi girdiği için o zaman toplumdan izole bir şekilde kapalı bir kuruma kapatılır, zaten tek başına yaşayamıyor, o zaman bir bakım kurumunda kalsın falan… Toplumun dışında hali vardı.

Peki bir insan toplumun içinde nasıl yaşar? Toplumun içinde bir topluluğun içinde yaşar; bir işi olur, bir okulu olur, bir çevresi, arkadaşları olur. Bu küçük çevreyi o kişinin seçebilmesi ve destek meknizmalarının da o topluluk içinde verilebilmesini kapsıyor. Topluluk temelli ruh sağlığı hizmetleri aslında bu demek. 

Böyle deyince, otomatikman sadece psikiyatrik hizmet yeterli değil bir insanın bütün yaşamı için. Sadece psikolojik hizmet de olamaz. Bu kişinin işi olacak; resmi işleri varsa  oradaki kaymakamın, muhtarın hepsinin işin içine girmesi gerekiyor. Mahalledeki esnafın, herkesin işin içine girmesi gerekiyor. Oradaki içinde bulunduğu topluluğun bütün  destek mekanizmalarını kullanabilmesi ve  onlarla karşılıklı birbirlerini tanıyarak ve destekleyerek ilişki kurulması gibi bir anlam da içeriyor toplum içinde yaşamasını desteklemenin. 

Otomatikman burada şöyle bir fark oluyor Türkiye’de bir türlü anlatamadığımız. Hiyerarşik bir hizmetle bunu yapmanız artık imkansız. Halka gibi, dairesel bir hizmetle bunu yapabilirsiniz. 

Merkezde artık herhangi bir meslek yoktur, merkezde hizmet alan kişinin kendisi veya bir yakını vardır. Bütün hizmet verenler; burada sadece ruh sağlığı, sosyal hizmet değil, orada kısıtlayamazsınız. Muhtarından, maaş bağlanıyorsa devletin ilgili kurumlarına, özel sektöre… Hizmet alacağı, toplumda yaşamayla ilgili bağlantıda olacağı her hizmet grubu girmiş oluyor. Dolayısıyla bunların işbirliği içinde çalışması gerekiyor. Bu arada bu sistemin içinde süreğen psikiyatri hastası gibi terimler kalamıyor. Tıbbi terim o da… 

Çünkü 20-30 yıl öncesine kadar iyileşme tanımı da farklıydı. Şimdi toplum temelli ruh sağlığı hizmetlerinin yanına bir de 20-25 yıldır iyileşme yönelimli hizmetler diye birşey girdi. Buradaki iyileşme, hastalıktan tamamen kurtulma anlamında değil, recovery denilen Türkçe’ye de düzelme, toparlanma diye çevirilebilir, eski Türkçe’de salah demekmiş. 

Bu şu demek, kişi zaman zaman girip çıktığı, tam olarak herşeyi hallettiği bir durumda olmayabilir, ama hayatını kendisi yönetebiliyor mu? 

Bizim derdimiz kendi iyileşmesinden de o sorumlu olsun, “Bir insanın kendi hayatını ve sağlığını yönetebilmesi için neye ihtiyacı var?” diye 10 tane terim sayılmış durumda. Bir insanın iyileşmesini sağlayan faktörler umut, saygı, sorumluluk… 10 temel ilke söz konusu. Bu temel prensipleri ruh sağlığı, sosyal hizmetler vesaire alanına nasıl yedireceğiz? Otomatikman tıbbi modelin dışına çıkmak durumundayız sadece ilaçlar veya terapi olamıyor. İçinde bulunduğu destek sistemlerinde, bir kişiyi iyileştiren ne o zaman ve bunu o kişinin kendisi nasıl yönetebilir?

Psikolojik danışman olarak gözlem ve deneyimlerinize göre şu anki ruh sağlığı hizmetlerinin perspektif, yaklaşımını özetleyebilir misiniz? 

Türkiye hizmet alanında öyle bir ortaya karışık durumda ki. Okullarda bence tıbbi modele uygun bir eğitim veriliyor bir kere. Psikiyatriden, klinik psikolojiye, psikolojinin ana bölümünde de, psikolojinin yüksek lisansında tırnak içinde ruhsal bozukluklarla ilgilenen klinik psikolojide de, 4 yıllık eğitiminde de, psikolojik danışma bölümünde de bir psikiyatrik tanısı varsa “sakın oraya girme” eğitimi verilir. O kişi başka bir uzmanın. 

Bizim onlara destek verebilmemiz çok daha yeni yeni, biraz söylenebilir oldu. Böyle bir “Aman ha orada dikkatli ol. Psikiyatriste sakın sormadan birşey yapma, hatta  mümkünse teşhisi varsa hiç girme.” yaklaşımı çok güçlüdür bizim alanda, psikoloji alanında eğitim alırken.  Sosyal hizmetler alanını bilmiyorum.

Bir modele yönelik böyle bir yapılanma varken, herkes ağırlıklı olarak onu biliyorken, 90’lı yıllardan itibaren önce özel eğitim kurumları üzerinden gidilmiş. Sonra 2000’lerle beraber toplum ruh sağlığı merkezlerine (TRSM) giden psikiyatrik teşhisi de kapsayan alan başka. Öbürü daha zihinsel engellilik, gelişimsel farklılıklar; daha kalıcı olanla, diğer durumda belli dönemlerde krizi olan, onun dışında aklı başında insanlar grubu olan. Oralarda ciddi karmaşa var bir kere. Bunların etkisiyle, bir şeyler değişiyor. Özel eğitim sınıfları açıldı, sonra rehabilitasyon merkezleri açılmaya başlandı. TRSM’ler açılmaya başlanıyor. 

Ama diyorum ya, bununla ilgili açılan şeylerle ilgili, Dünya’da olup biten tartışmalar olmadığı için bu açılan yerler; tek, var olan tıbbi modele göre örgütlenmiş bir yapı olduğu için, ona dönüşüveriyor. TRSM’ler normalde benim anlattığım mantıkta çalışması gerekirken, psikiyatristlerin gene en üstte olduğu, ilaç yazdığı, diğer meslek gruplarının da buna göre “Biraz vakit geçirelim.” dediği, boş zaman değerlendirme gibi bir şeye dönüştü. Halbuki öyle olmaması gerekiyordu. Dolayısıyla ana çerçeve, arka plan bilgisi olmadan sistem ne olduğu belirsiz başka birşeye dönüşüyor diyebilirim. 

Bu bağlamda İnsanca Yaşam için Sosyal Kooparatif’in yaklaşım ve amacı nelerdir?

Tabi sürekli tartışıyoruz, bazen yeni eklenmelerle değişiyor. Pandemi çok farklı bir boyut kattı. Arada bir iki eksen dönüşleri olsa bile, ilk başlangıç itibarıyla, bir kere aramızda bedensel ve bu yüzden kurumda yaşayıp dışarıda yaşamak isteyen ve yaşayabilecek halde ama yaşayamayan bir arkadaş vardı mesela. Onunla 2015’te ilk yola çıkışımız buydu. Veya vasilik var, o yüzden hiç bir hakkı yok, birşey yapamıyor, bir yerde çalışamıyor, onun adına başkaları karar veriyor… 

Biz merkeze şunu koymuştuk; kişinin kendi adına konuşabilmesi, sesinin duyulması, güvenle kendini ifade edebileceği bir ortam yaratmak. Daha eşit, güçlendiği ilişki ortamı yaratmak. Ve bağımsız yaşaması için aslında hepimizin ihtiyaç duyduğu hem sosyal hem işle ilgili destek mekanizmalarını, Türkiye’de olanları geliştirmek yoksa da yenilerini kurmak. 

Belki biraz daha farklı, Dünya’da da pek görmediğim bir şey olarak bizim farkımız şu: Bizde psikiyatri, psikolojik danışmanlık, sosyal hizmet uzmanı…Ruh sağlığı alanında  hizmet veren olarak görünen kişiler de var. Ama bizim burada bulunma sebebimiz baştan var olan bu eşitsiz ilişkide, kendimiz insani olarak biz nasıl etkileniyoruz hizmet verenler olarak? 

Kendimizde de içimize işlemiş bu eşitsizlik, farkına varmadan yaptığımız eşitsiz şeyler var mı, hem onlara da bakalım ama insani tecrübe olarak, belki kafa karışıklığı, korku vs. bizler de yaşıyoruz. Dolayısıyla o insanca deneyim paylaşımını yapalım. Böyle bir ortamımız olsun. Çünkü bu da hiç olmuyor. Bir doktorun ya da psikoloğun karşına bir danışan ya da hasta olarak gittiğinde insani bir iletişim kuramıyorsun ki. Kısa süreliğine öbürünün sana bilgi aktardığı, ilaç verdiği daha kısıtlı bir ilişki kurulabiliyor. 

Bunun dışında, daha insani bir hattan ilişkiyi nasıl kurarız? Farkına varmadan aramızda oluşmuş ötekileştirici  bakış açıları, bu iki tarafta da olabilir… Kendimizi nasıl dönüştürebiliriz? Ve bu ortak deneyimler üzerinden yeni bir dil yaratırsak belki herkesin daha ait hissettiği, birlikte iş yaptığı ve herkesin ihtiyacına göre birbirini destekleyebildiği; dediğim gibi bağımsız ve istediği gibi yaşamasına destek olacak neler yapabiliriz? 

Tabi böyle olunca işin içine yurtdışından bazen ithal bir bilgi aktarımı, kitap çevirileri  de giriyor ama biz bazı şeyleri kendimiz yaratıyor olacağız. Bir taraftan işin içine resmi dil giriyor ama nöroçeşitlilik kavramı da giriyor. Henüz tam tartışamadık ama…

Dolayısıyla engel yönleri üzerinden değil de güçlü yönleri üzerinden bir ilişki. Engel diye görünen şeyin de güçlü yanı olabilir. O nasıl kullanılabilir? Mesela bugün kuruluş toplantısında bir arkadaş “Benim paronayalarım var. Bu denetleme işinde çok işimize yarayabilir. Her çeşit kafam acayip çalışıyor, boşlukları görüyor.” dedi. Çok hoştu. Tamam, risk analizinde de işe yarar bu. Anlatabiliyor muyum? 

Kendi yaşadığımız bir tecrübenin, tırnak içinde bir teşhis de olsa, nöroçeşitlilik denilen şey tam da bu. Otizme veya dikkat eksikliğine özel ve sorun gibi algılanan şeylerin bazı durumlarda çok işe yarar bir şey olabileceği üzerinden iş dünyasına aktarılması. Teknolojik üretim de girebilir buna. Bilgi üretimi, olabilir, sanat zanaat üretimi olabilir, bir işi beraber yapmak olur.

Üretim önemli ayaklarımızdan biri. O deneyim paylaşımı üzerinden hayatın hiçbir alanında olmayan bir şeyi burada deneysel olarak yapıp farklı bilgi türü üretmek olabilir. Deneyimle bilgi gibi. İleride neye dönüşür bilmiyoruz ama bir merkezimiz olursa orada dışa açık eğitimler de verebiliriz. Akran desteği de.

Enik iyileşme Koleji’nin asıl ayırd edici özelliği bütün yönetim ve yapılan işlerin tırnak içinde hizmet alan, teşhis almış, bağımlı, pskiyatrik teşhisi olan vesaire kişiler tarafından yürütülmesi. Kuralları ne? Buraya herkes gelebilir.

Ve niye özellikle kolej kelimesini seçmişler? Bir modelin içine sıkışmamak için. Rehabilitasyon dediğimiz anda biz hizmeti verenler, o kişiyi belli alışkanlıklarını kaybetmiş ve kazandırılması gereken biri gibi algılayıp alt üst ilişkisi oluyor. Ama kolej dediğimizde eğitim kurumu burası. Biz birlikte paylaşıyoruz, öğreniyoruz, birbirimize öğretiyoruz. Dolayısıyla herkes gelebilir. 

Dünyadaki son yönelim nasıl? Son tartışmalar veya uygulamalar, öne çıkan ilke ve prensipler nelerdir? Ve siz bu gelişmelerden nasıl haberdar oldunuz?

Şimdi, ben bunlardan nasıl haberdar oldum? Ruh Sağlığında İnsan Hakları Girişimi’ne ben 2007’nin başında gittim. RUSİHAK’ta çalışmasaydım benim de dünyadan haberim olmazdı. Bu kadar net. Cidden. Çünkü orada Dünya’dan iyi örnekleri bulalım, Türkiye’deki sistemi inceleyelim, onların burada değişmesi için bakanlığa vesaire öneriler sunalım. Genel yaklaşımı buydu RUSİHAK’ın. 

İnsan hakları anlamında Dünya’daki gelişmeleri takip edelim. Şansımıza tam kurulduğu yılda, 6 ay içinde  Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi imzaya açıldı. Ve Türkiye de hemen ilk imzalayan ülkelerden biri oldu. Mecliste onlaylanması  2yıl sonra oldu ama. 

Dolayısıyla biz girişi Engelli Hakları Sözleşmesi’yle yapmış olduk. Onun yazarlarından tanıdıklarımız vardı , yurt dışıyla bağlantımız vardı. İtalya’ya, Solvenya’ya gittik. Ben şansıma Hollanda’ya  gidip, oralarda ne olduğunu görünce anlayabildim . Yoksa benim de bu konulardan haberim olmazdı.

Toplum temelli ruh sağlığı hizmetlerinin bir numaralı ilkesi, Avrupa Komisyonu’nun temelidir de o, bir numaralı ilkesi hizmeti alan kişilerin bütün süreçlere aktif katılımıdır. Bütün süreçler. 

Yani artık onlar hizmetlerin planlanması, uygulanması ve denetlenmesinde yer almalıdır. Bu demek ki, doktorla beraber orada; doktor, sosyal hizmet uzmanı, tedavi ekibinin içinde olacak hasta, orada eşit konumda olacak. Okulda ise bireysel eğitim planı denen şeyin planlama ekibinde öğrencinin katılımı denen şey.

Yeni binalar açıp, onu da bir mahallede ortaya yapınca toplum temelli oldu diye düşünülüyor ya da oraya sosyal hizmet uzmanı atayınca o size toplum temelli oldu diye bakılıyor ya, öyle değil. 

En en temel şeyi kişinin kendi adına konuşabilmesi ve karar vermesi. Bunun üzerinden öz savunucu bir yanı var. “Ben kendim” üzerine… Self determination diye bir kavram var. Sağlık hakları üzerinden sağlık hukukuna girmiş. Türkçe’ye şöyle çevirildi: Kişinin kendi geleceğini belirleme hakkı. Engel durumu ne olursa olsun. İşte orada kıyamet kopuyor. 

Bizim medeni kanunumuzda bir akıl eksikliği varsa, fiili ehliyeti yoksa, davranışlarının sonuçlarını öngöremiyorsa “O kişi kendi adına konuşamaz.”ı net çiziyor. O medeni kanun değişmeden bu sözleşme ve toplum temelli hizmetler uygulanamaz. 

Dünya’da ne oldu? Hukuk sistemleri değişmeye başladı bu anlamda.  İngiltere, Kanada, en hızlı gidenler, Hollanda, Yeni Zelanda, Avustralya, Hindistan, Slovenya vs. bir sürü ülke. 

Aşağıdan, öz örgütlerin katılımının da sayesinde, 80’li yıllardan itibaren, bütün dönüşümü sağlayan, hizmet alanların eşit söz hakkının olması, yasa yapıcılarla beraber çalışması, hastanelerde söz hakkının olması vesaire.

Şimdi mesela ben Hollanda’da ruh sağlığı hastanesini ziyarete gittim. Hem de Bakırköy’den hemşirelerle falan gittik. Hizmet alan konseyleri kurdu Hollanda. Onu yasasını çıkardı. 1996 yılında hasta hakları yasası gibi ama sadece hasta hakları değil, hasta konseyleri yasası çıktı. Bu şu demek, hastanelerin yönetiminde söz hakları var. 

Bütün hizmetlerde kendi içlerinden kendi seçtikleri temsilcileri var. Mesela tırnak içinde korumalı ev varsa, o evde yaşayanların da kendi temsilcisi oluyor. Hastanenin çeşitli servisleri varsa, her bir servisten hastalar, kendi temsilcilerini seçiyorlar. Onların hastanelerin içinde odası var. O odada onlar kendileri karar veriyorlar. 

Onlar kendilerini eğitmişler. Sadece hizmet alanlardan oluşan bir ekip. Eğitim, sunum becerileri falanla ilgili kendilerini geliştiriyorlar. Orada başhekim şunu diyordu “Size gururla sunuyorum. Bütün doktorlarımız şu anda tecrübeyle uzman grubundan eğitim alıyorlar. Şu ana kadar 100 kişi eğitim aldı, doktorlar dahil. Bütün personelimiz bu eğitimi alacak.” 

“Böylece birbirimizi daha iyi anlayabileceğiz. Burası onlara hizmet için var ve biz verdiğimiz hizmetin onlar için doğru olup olmadığını, gerçekten onlara uygun olup olmadığını test etmiş olacağız. Yani işimizi iyi yapmamız için bunu yapmamız şart.” diye konuşuyordu. Bu kadar devasa bir farka yol açıyor. 

Dolayısıyla  burada şöyle bir şey çıkmış. “Bilgi uzmanıyız, ama tecrübe uzmanı onlar. Onun yaşadığı tecrübe bende yoksa önce ona kulak vermem gerekir.”

Buradan vasilik yerine destekli karar verme var. Kişinin engel durumu ne olursa olsun destekler verilerek, onun yine kendi adına karar vermesinin yolları araştırılıyor. Farklı farklı destek uygulamaları başlamış . 

Mesela kriz kartları, kişi akıl sağlığı yerindeyken kendisine ne yapılacağını  yazıyor. Diyelim ki psikozdayken. O zaman öncesinde yazdığı şeyin dikkate alınması lazım. Onun yerine kimse başka bir şey yapamaz. 

Daha iyi iletişim kurmayla ilgili, konuşamayan engelli,  zihinsel engeli de var, onunla nasıl iyi iletişim kurarız diye, onun beden hareketlerine bakıyorlar. Yine o kendisi karar verecek. Ben onun ne zaman mutlu, ne zaman sinirli olduğunu öğrenip onun kendini kendi adına ifade etmesini nasıl desteklerim? Hizmet verenlerin genel yaklaşımı bu. Orada kişi merkezli planlama var, kişinin kendini yönetmesi var, kendi bütçesini yönetmesi var. 

Bir de normalde bu gruplar için bir de o vardır ya “Para hesabını bilmez o, nasıl yapacak, mahvolur.” Hem zihinsel engelliler hem diğerleri, için ne yapıp edip o kişiye kendi seçimi olacak şekilde karar verebilme becerilerini kazandıralım. 

Bu sadece doktorları değil aileleri de dehşete düşüren birşey Türkiye’de. Çok iyi biliyorum. Hukukçuları da dehşete düşürüyor. Ama Dünya’da insanlar bir şekilde bunu deneye deneye bir sürü yöntemini bulmuş durumdalar. 

Finlandiya’da 80’lerde açık diyalog diye bir yöntem çıkıyor. Gene bir psikiyatristin başlattığı bir şey. Kişiyi kendi bulunduğu çevre ile ele alıp, onlarla iletişimi güçlendirerek, kişi dediğimiz psikotik olan gruplar için oluyor, psikiyatrik teşhis… Yine her seferinde onun kendini anlatabilmesi ve karşı tarafın onu anlayabilmesi ve iki tarafın da kendisini ifade edebildiği bir ortam yaratma ve becerilerin o şekilde kullanılmasına dönüşüyor. 

Sadece ilaç değil. İlacı kullanabilir de kullanmayabilir de. Yani ilaç o kadar öyle birşeye dönüştü ki herşey ilaç, biliyorsunuz. Yani o destekleyici şeylerden biri olabilir, tek başına her şeyin hallolması demek değil ve kişinin tercihine bağlı olabilecek bir şey aslında. 

Bir kişinin bağımsız yaşaması, kendine yetmesi kendi hayatını yönetmesine bütün boyutlarıyla bakıp, bütün boyutlarıyla nasıl destekleriz? En en önemlisi bir insan kendi adına konuşup karar verebiliyorsa asıl iyileşme yoluna girer. Bu olmadığı zaman zaten iyileşme yoluna giremez ki demiş oluyorlar. 

Süreğen psikiyatri hastaları, hastanede ayaktan tedavi söz konusuysa, ruh sağlığı hizmetleri sırasında ne tür destek veya sorunlarla karşılaşıyor?

Buna Rusihak tecrübelerine dayanarak cevap verebilirim. Son 10 yılda ne hale geldi sistem onu çok bilmiyorum ama. 

Ayaktan tedavi dediğimizde yine kurum odaklılık var orada. Bir kurum var ve ona gidiliyor. Toplum temellilik demek kurumun ayağına gitmek değildir. Kurum hizmetlerinin kişinin ayağına gelmesidir. Böyle büyükçe bir fark var arada. 

Otomatikman birileri bir hizmeti alabilmek için, hem de bu en zor şeyleri yaşarken, oraya gittiğinde her çeşit sorun yaşanıyor. Mesela bir arkadaşım için Bakırköy’e  vasilik konusu için üç kere gittik. 

Saat 08.00’de gelin diyorlar. Gidiyorsun, kapıda bekleniyor, soğukta falan. Yön gösteren kimse yok. İki tane görüşme odası yanyana. Arada bir ara kapı var, diğerinin sesi öbür tarafa geliyor. İnsanlara sıra falan verilmiyor. İçerideki doktora diyorum ki “Bakın sabah 08.00’de geldik, saat 11.00’de ancak girebildik, bu üç saat burada çok acayip değil mi?” falan… İstanbul’da 08.00’de buraya gelebilmek, İstanbul’un dört tarafından, 06.30’da kalkıp 07.00’de buluşup… Diğeriyse ev görüşmesi. 

Bütün gününü orada geçiriyorsun.  Oraya gelen insanların ne sıkıntı çektiği ve bunun nasıl azaltabileceğiyle ilgili başka bir bakış açısı yok. 

Bununla  ilgili ben doktora soru sorduğumda “Yapılacak birşey yok, biz denedik. Olmuyor, insanlar zamanında gelmiyor. Gelmedikleri için karışıyor, o yüzden biz böyle toptan çağırıyoruz, sırayla alıyoruz.” Yani 20 yıl öncenin şeyine gitmişler. Bütün özel kurumlar falan bunu bir şekilde çözebilmiş, hastanede o sırada bununla ilgili bir birim yok belli ki. Böyle bir bakış açısı yok. Hastalar oraya geliyor, ne yapıyor? 

Hala mesela, 10 ya da 11 tane ruh sağlığı hastanesi var değil mi? Her birine 10-15 tane il bağlı. Yani bu insanlar, bir şey olduğunda, aileleri onları getirdi diyelim. Nerede kalıyor bu aileler? İnsanlar fakir falan…  Parası yetiyor mu yetmiyor mu? Kriz halindeki insanı nasıl getiriyorlar, bu ayrı bir şey. Geldi, orada nasıl kalacak? 

Ben 10 yıl önce başhekime demiştim ki bir başhekime, “Battaniyelerle ağaçların arasında kalıyorlar bu insanlar, görüyorum, derme çatma çadır yapmışlar. Yok mu dedim bir misafirhane?”. “O işlerle biz nasıl uğraşalım Fatma Hanım?” Siz uğraşmayın, başka bir kuruma söyleyin. Bir kurum ve orada yönetilmeyle ilgili birşey yok. 

Mesela Hollanda’daki hastaneyi yöneten, 3 kişilik bir ekip vardı. Bir tanesi personeli yönetiyor, biri binalarla ilgili yönetiyor biri de sağlık işlerini yönetiyor. Bu üçünün de söz hakları eşit. Hasta konseyinden temsilcilerle ayda bir görüşmek durumundalar. Onların ne yaşadığını ve çözüm önerilerini alıyorlar. 

Mesela hasta konseyi projesini ben yazdım ve bir şekilde kabul edildi, bakanlık üstüne atladı onun aslında. O zaman hasta konseyi üzerinden, bir iki minik düzeltmeler yapıldı. Çok basit şeyler. Mesela tekerlekli sandalyeli hasta var, toplantılara gidemiyor ”A evet ya,  bizim hastanede tekerlekli sandalyeli hasta da  varmış Bakırköy’de. Bir tane rampa yapalım.“ 

O dışarı çıkması gerektiği için, kronik servisten hiç çıkmadığı için, onu çıkartma gereği duymadıkları için bu. Arada bahçede iki dolaşıyor, o kadar. 40 yıldır orada kalan bir sürü hasta var değil mi? En azından “Onun bir ihtiyacı var.” dedirtebildiğimiz bir şey oldu. Ya da birisi diyor ki “Biz santranç oynasak, zamanımız geçmiyor burada.” Başhekim diyor ki “Doğru ne güzel bir öneri bu, bütün servislere aldırayım ben santranç.” Yani aslında o deneyim üzerine “A, ne güzel!” fikri geldi ama mesela onlara bir oda vermediler. Bir tane sekreter ayarlasalardı, bir oda verselerdi… 

Biz ruh sağlığı yasa teklifine bunu ekledik. Hasta konseyleri vesaire. Hastaların temsilcileri olur. Kurumların giderleri karşılaması ile çalışmaları ve kurumun içinde en azından bir süre gideceği bir yer olsun diye. Hollanda’daki versiyonunu o yasa teklifine soktuk. Umarım olur. 

Kurumun kendi durduğu yerden baktığı sürece sorunlar hiç bir zaman görülmeyecek ve eminim devam ediyordur. Ama öbür tarafa geçildiğinde o kişilerin fikrinin önemsenmesi. Şey gibi, ama öyle anket mantığıyla değil. Eşitlerin eşit ilişkisi içinde, “Sözü söyleyebilir o ve ben bu söylenenlere göre nasıl hizmet verebilirim?” bakışı gelirse bambaşka birşey olabilir.